Hz. Muhammed'i Çağımıza Taşımak

Hz. Muhammed'i Çağımıza Taşımak

Tüm Peygamberler gibi, Muhammed (a.s)’de Mekke oligarşik şirk devletinde, ilahi gündemi belirlemek için, Allah tarafından seçilmiş, atanmış bir elçidir.

Tüm Peygamberler yeryüzünün ve insanlığın gündemini tespit etmek için gönderildiler.

İlahi kitaplar insanın ve insanlığın ebedi gündemini tespit ederler. (Bkz: Sad/67, Nebe/2, Vakıa/1) 

Peygamberlere de onun için Nebi denmiştir. Olaya ilişkin haberleri getiren, gündemi belirleyen kimsedir. Günübirlik gündemleri değil, ebedi gündemleri, hiç değişmeyen ebedi gündemleri…

Tüm Peygamberler gibi, Muhammed (a.s)’de Mekke oligarşik şirk devletinde, ilahi gündemi belirlemek için, Allah tarafından seçilmiş, atanmış bir elçidir.

Cahiliyenin illüzyonist manevraları ile muhakeme yetisi kaybolmuş mefluç beyinler, tefekkürsüz, fonksiyonsuz, misyonsuz sanki her şey Allah’ı, ahireti unutturmak için kurgulanmış olan bir toplum yapısı içinde, şirk dinini ortadan kaldırıp ebedi saadetin programını, ilahi emirleri tebliğ ve tebyin için, Hira’da aldığı mesajla mücadeleye başlayan Muhammed…

Muhammed her şeyden önce insandır. Doğan ve ölen, yalnız insanlara gönderilen, halkın içinde halkın dilini kullanan, önce kul sonra elçilik görevi olan, yanılabilen, unutabilen, hatırlayan, tevbe eden, Allah tarafından korunan, gaybi geleceği bilmeyen, Allah tarafından model gösterilen, itaat edilmesi emredilen, dosdoğru yolu gösteren, bu uğurda cihad eden, muhteşem ahlak numunesi-abidesi olan bir insan…

Muhammed, kılıç ve rahmet Peygamberidir. Umut ve güvenin yüreklerde yeniden inşası için çalışmıştır. O bir iman fabrikasıdır adeta. Bir insanı imanla, tevhidle buluşturmanın cehd ve gayreti vardır. Bu yolda yürürken, Mekke’nin müşrik çeteleri tarafından ayaklarının altına dikenler atılmıştır. 

Susmasını isterler, itibarsızlaştırma çabasına girerler, alaya alırlar, iftira kampanyası yaparlar, fiili işkence ederler, tüm ilişkileri koparırlar, sosyal boykot uygularlar, üzülür, hüzünlenir, aç kalır, Taif’te taşlanır, ellerini açar “bittim ya Rabbi” der içli dualar yapar, üzülür, pişmanlıkları olur, öğrenir, öğretir, aile reisidir, evlat acısı çeker, yüzüne tükürülür, sırtına işkembe konur, başına ödül konur, suikasta uğrar. Bedir de yener, Uhud da yenilir, Hendek’te üç gün aç kalır. Kızına; “kızım Fatıma, nefsini Allah’tan salih amelinle satın al, namazına devam et vallahi yarın mahşer gününde senin için bir şey yapamam” der. 

“De ki ben kendime de size de yarın ne yapılacağını bilmiyorum.” (Ahkaf/49)

Muhammed tüm bunlara rağmen; iman hamlesinden hiç vazgeçmez. Mekke çetelerinin estirdiği terör onu yıldırmaz emin adımlarla davasını bayraklaştırmaya devam eder. İmanın muazzam bir imkân olduğunu o bize öğretmiştir. 

Muhammed, her türlü gelenekçilik, görenekçilik, muhafazakarlık, konformizm, kabilecilik, ırkçılık, coğrafyacılık, hizipçilik, arapçılık gibi algılara, fikirlere karşı inkılapçı bir duruş sergilemiştir. O hiçbir izm’le şirk dininin her türlü yol ve metotlarıyla uzlaşmamıştır. O muhalif bir bilinçtir. Zaten iman, Mekke’de muhalefette idi. Medine’de iktidar oldu, bayraklaştı. Biz ise bugün her eğilimle uzlaşma çabası içindeyiz. Kapitalizmle, liberalizmle, sekülerizmle, dünyanın gidişatı ve istikrarına karşı muhalif bir duruşumuz yok. 

Muhammed, muhalif bir bilinç ve şuurla, tevhidi mesajla iki ayrı inanç sistemini, iki ayrı yaşam biçimini, dünya, hayat ve evrene ait iki ayrı düşünceyi, anlayışı, bakış açısını birbirinden kesin bir biçimde kalın çizgilerle ayırdı. “Sizin dininiz size, bizim dinimiz bize!” (Kâfirûn suresi) diyerek bunu ilahi sözle noktaladı. 

Muhammed, mesajlarında dürüstlüğü, samimiyeti, açık yürekliliği dile getiren dava adamıdır. O mesajın, hareketin, yapının karakterine, açıklığına, netliğine ve berraklığına gölge düşürmemiştir.

Muhammed, davasında iki yüzlülük, çifte standart ve her iki tarafı memnun etmeye kalkışmadı. Gelene ağam gidene paşam anlayışına sarılmadı. Gizlenmedi, saklanmadı, endişelenmedi, korkmadı. Çıkar ve istikbal hesaplarına girmedi. O davasını pazarlık konusu yapmadı. O müşriklere karşı muğlak, gevşek, kaypak bir söylemle değil, açık, net, kesin, ciddi, yürekli, samimi bir mesajın sahibiydi. Onların değerlerinden, yaşam tarzlarından, anlayışlarından tamamen ayrıydı. Onların önderliklerine, liderliklerine hiç değer vermedi. 

O, kendini cahiliyeden tamamen ayırdı. Ortak çözümlere, yolun ortasında buluşmaya, açıkları kapatmaya, onların ayıplarını kapatmaya, yolları, metotları ve düşünceleri bağdaştırmaya, buluşturmaya, sentezlemeye asla yanaşmadı. Tertemiz tevhidi kirletmedi. Değerlerini, akidesini, metodunu, her şeyi Allah’tan aldı. Her çeşidi ile tüm ortak çözümleri reddetti. Elindeki tevhidi balta ile, şirkin belini kırdı, tezgahını ve düzenini yerle bir etti. 

Muhammed, vahyin sınırları içinde yeni bir bakış açısı, yeni bir dünya, yeni bir din, yeni bir dil ortaya koydu. Bu uğurda en büyük riskleri üstlendi. Mekke müşrikleri ile uzlaşmadı. Uzlaşsa idi risk alamazdı. Bu noktada Muhammed muhafazakâr değildi. 

Muhammed, vahiy sınırları içinde mücadele eden, düşünen, üreten, tartışan, reddeden, muhalefet eden, davasında kararlılık gösteren, ilahi metot ve projenin öznesi olan bir elçidir. 

Mekke ve Medine’de toplumsal dönüşüm Muhammed’in kararlı yürüyüşü ile başladı. Değil mi ki tüm olumlu devrimler tarihte bir yiğidin, davası olan bir adamın ayağa kalkmasıyla başlar ve tarih yazılır. 

Muhammed’in yüreğinde de adı ümmet olan bir aşkın derdi vardı. 

Muhammed, iman silahının yenilmezliğini gösterdi. İslam’ın özündeki devrimci yapı ve dinamikleriyle milletlerin kaderlerini ne ölçüde değiştirebileceğini ve Müslüman halkların gönlünde küllerin altındaki kor gibi saklı duran bu canlı, bu parlak silahı nasıl kullanabileceklerini gösterdi. Muhammed, Allah ile insan arasında gerilmiş şirk perdesini parçaladı. Allah ile insan arasına girmiş sahte putları, ilahları, efendileri, liderleri, kabile ağalarını bertaraf ederek, insanı özgürleştirerek gerçek Rabbı’yla, yaratıcısı ile buluşturdu. 

Şirkin, ilhadın, fesadın, tuğyanın, nifak ve şikakın bütün boyutlarıyla bağlıları tarafından kuşatıldığı Mekke’de, O imanın icaplarını yerine getirdi ve tevhidi haykırdı. 

Tevhidi imanın bireysel ve toplumsal, evrensel boyutlarını gösterdi. 

Muhammed, Allah’ın bildirmesiyle. Safları ve sınırları belirledi. Rahmani ve şeytani olanı gösterdi. Tevhidi ve cahili olanı tespit etti. 

Muhammed hayatın işlek damarlarını tıkayan, Mekke’nin oligarşik çetesinin istikrar anlayışını yıkan bir inkılapçıdır. Çünkü Ebu Cehil bu istikrarın hamisi idi. Muhammed ise onun gözünde bir bozguncu idi. 

Muhammed, küfrün ve şirkin bataklığında kirlenen ruhları yıkadı ve temizledi. Cehenneme insan üreten şirk sitesini yerle bir etti. İnsanlara Allah’ın ayetlerini okudu. Kitabı ve hikmeti öğretti.

Muhammed, kaybettiği yavrusunu bulunca bağrına basan bir anneden daha merhametli idi.

İnsan düşkünü idi.

Ümmet düşkünü idi.

Etrafı mazlumlarla, mahrumlarla, çıplak ayaklılarla, kölelerle dolu idi. 

İman etmiyorlar diye neredeyse kendini parçalayacaktı. Yetim ve öksüzler, itilmiş ve kakılmışlar O’nun gözbebeği idi. 

Şimdi Resul’ün bu mirası yetim kaldı ve ümmet orta yerde sahipsiz zelil oldu. İşte önümüzde duruyor mazlumlar ve ezilenlerin coğrafyası. İşte kanları emilen, kanları akıtılan zavallılar. 

Muhammed, yaralanan, ezilen, işkence gören veya zulmün kurbanları olan, gidecek hiçbir yeri olmayan evsiz insanlar için bir barınaktı.

Muhammed, adalet ve özgürlük evinin mimarıdır. Tevhidin, vahdetin kurucusu, putperestliğin düşmanı müminlerin ulu önderi, zulme, cehalete ve küfre karşı savaşçı bir insan idi. 

Muhammed’in sorumlu bir vicdanı vardı. Allah’a teslim olmuş, hesap gününün dehşetini ve zorluğunu iliklerinde hisseden, toprağa yakın duran bir şahsiyetti. Ümmetinin başının dik olması için bir ömür cihad eden bir peygamberdi. Hüzün sağanaklarından umut devşirdi. Kâbe ile Kudüs’ün arasını birleştirdi. Müslümanların, bu mukaddes emanetlerin sahibi olduğunu ilan etti. Bir gününün öbür gününe eş geçenin zararda olduğunu öğretti. 

Bir müminin Allah ile olan ilişkisinin tüm boyutlarını yaşadı ve gösterdi. O dünyanın en hassas, en estetik, mütevazi ve duygulu insanı idi. O çocukların seviyesine inerek onların dünyasını anlayan biri idi. O Muhammed ki “Gözüm yaş döker kalbim hüzün çeker, ancak Rabbimi razı etmeyecek söz söylemeyiz.” Bu sözü gözlerinden damlalar dökülürken söylüyordu. 

O Muhammed ki Mekke’de Müslümanların içinin buruk, yüreğinin kırık, boynunun bükük olduğu netameli dönemleri yaşadı. Ancak her mutluluğun ve saadetin, ıstırapla ve çileyle satın alınabileceğini biliyordu. O sahabelerine güneş oldu, onları ısıttı, yağmur oldu, serinletti. Onun hayatı Allah’ın söylediğine ve emrettiğine karşılık verme, yerine getirme çerçevesinde şekillendi. O aziz İslam’ın vicdanı idi.

O yüreğini davasının hâkim kılınması için ortaya koydu ve insanlığın topyekûn şahitliğini üstlendi. O Allah’a kul bulma çabası ve gayreti içinde idi.  İnsanlığı beşerî fıtratına döndürme, insanlığına kavuşturma çabasını sürdürdü. O Allah’a davetinin karşılığında hiçbir ücret talep etmedi. “Benim ücretim Alemlerin Rabbindendir” dedi. Onun misyonu bizim için model konusudur. 

Muhammed hayatında idealizmi ve gerçekliği birleştirdi. Aynı zamanda akıl ile ilahi vahyi buluşturdu. 

Muhammed Allah ile barışık idi, bu barışıklığından dolayı insani ilişkileri muhteşemdi. İnsanlıkta eş, dinde kardeş temeline oturan fıtrat üzerinde bir ilişki idi. Muhammed’in Ebu Talib’le olan ilişkisine bakın. Amcası iman etmemişti ama O’na hayrandı. Burada bir parantez açalım; (her tebliğcinin bir Ebu Talibi olmalıdır.) peki ya bugün mantar gibi biten, oluşturulan, kurgulanan harici tekfircilere bir bakın Allah aşkına! İçler acısı bir durum söz konusu! Babasına müşrik diyen, anasına kâfir diyen, amcasını, kardeşini küfürle itham eden, bir karış sakal bırakıp kelle kesen, kafa kopartan, üstelik namaz kılan ucubelere ibretle bakın!! Zerre kadar Muhammed’in örnekliği ve ahlakı var mı? 

Muhammed, davası uğruna ter döktü, ilahi aşk duruşu sergiledi. İnkılapçı bir tavrın sahibi oldu. Hakikat sınavından geçti, Rabbi ile ve insanlarla diyaloğu hiç koparmadı. Davet, ıslah ve terbiye ile meşgul oldu. Mekke’de somut putları kırmadan önce, kafalardaki putçuluğu, fikir putlarını yıkmaya çalıştı. 

Takva ile kalpleri temizlemeye çalıştı. Küfür güçleriyle çarpışarak, mümin saflar hazırlama gayretine düştü. O sabır ve direnişi kuşandı. “Peygamberlerden azim sahibi olanlar sabretmişti; sen de onlar gibi sabret ve inkarcılar ile mücadelende acele etme.” (Ahkaf/35) 

Muhammed davet sürecinde acının ve hüznün yanında durmuştur. Onun için acı ve hüzün o zamandan beri, biz müminler için evrenseldir. Nerede bir mümin var, orada hüzün vardır. Bu acılar ve hüzünler bizi ayağa kaldıracak. Bu acılar, bilincimizi açacak, ruhumuzu inceltecek, benliğimizi kristalleştirecek ve bizlere anlamlı bir hayatı yaşatacaktır.  Bize hüznün elbisesi yakışıyor zira hüzünlerin peygamberi bizlere bunu öğretmiştir. 

Muhammed, insanlıkta şahsiyet rol modelleri olan yiğitlerin doğmasına ebelik yapmıştır. Bir kişinin İslam ile tanışması dahi O’nu müthiş sevindirmiştir. Kulun gücünün bittiği yerde Allah’ın yardımının yağmur gibi yağdığını biz ondan öğrendik. O’nun pratiklerinde gördük. Çünkü o, her türlü zorluklarda dahi siperini kaybetmemiş, menzilini terk etmemişti. 

Muhammed her şeye Allah’ın dilediği biçimde bakmaya, her şeyi Allah’ın dilediği biçimde görmeye, her şeyi Allah’ın dilediği biçimde yapmaya çalışmıştır. Olaylara, eşyaya hadiselere, maziye, istikbale her türlü vakıaya Allah’ın yorumunu kazandırmıştır. 

O, kardeşliği, bilgiyi, sevgiyi, takvayı, sabrı, tevazuyu, heybet ve şecaati, vakar ve izzeti, ihsanı, infakı, tevhidi, namazı, cihadı, haccı ve orucu Allah razı edecek şekilde kullandı ve tüm bu öğretileri hayatında samimiyetle tatbik etti. 

Hakikat medeniyeti onunla doğdu. İnsanlık eşitlendi. Kibir ve enaniyet putlarını o kırdı. Daralan göğüsler onun mesajlarıyla genişledi. Ömrüne yemin edildi. Çünkü o ömrünü Allah’a adamıştı. O tüm insanlık için her alanda modeldir. 

“Sizin için Allah’a ve ahiret gününe kavuşmaya inanan ve Allah’ı çok anan kimseler için Allah’ın rolünde güzel örnekler vardır.” (Ahzab/21)

Bu ayet Muhammed’in, çarşılarda gezen, yiyip içen eş ve çocukları olan, insanların içinde olan onların problemleriyle ilgilenen, Resul’ün insani, beşeri yanına vurgu yapmakla Allah’a karşı görevlerini yerine getiren, ibadetlerini yapan ve aynı zamanda çevresinde ki insanlara karşıda sorumluluklarını yerine getiren bir insan, bir kul olduğunu anlatmaktadır. 

Velhasıl, O muhteşem bir ahlak sahibidir.

O bizim sevdamız, ulu ve önderimizdir.

Kurtarıcımız, müjdecimizdir.

Her nerede olursak olalım ve her ne yaparsak yapalım; onun ahlakını kuşanmadan, elimize onun aldığı yol haritasını almadan, zorlanmadan, daralmadan, bunalmadan, taşlanmadan şahsiyetini yüreğine takmış rol modeller olmamız mümkün değildir. Zira Muhammed’in manevi evlatlarına O’nun gibi bir duruş ve tavır sahibi olmak yakışır.

Amin.

Hz. Muhammed, her türlü gelenekçilik, görenekçilik, muhafazakarlık, konformizm, kabilecilik, ırkçılık, coğrafyacılık, hizipçilik, arapçılık gibi algılara, fikirlere karşı inkılapçı bir duruş sergilemiştir.

Muhammed davet sürecinde acının ve hüznün yanında durmuştur. Onun için acı ve hüzün o zamandan beri, biz müminler için evrenseldir.

Kulun gücünün bittiği yerde Allah’ın yardımının yağmur gibi yağdığını biz ondan öğrendik. O’nun pratiklerinde gördük. Çünkü o, her türlü zorluklarda dahi siperini kaybetmemiş, menzilini terk etmemişti. 

Kur'an'i Hayat 63. Sayı - Bünyamin Doğruer